30.03.2009

"Karşılaşma"


Birkaç gün önce çok sevgili bir arkadaşım mail yollamış, bütün inceliği ve güzelliği ile şey demiş; "Bu sıralar şiire merak sardım ve ben senin seçtiğin şiirleri çok seviyorum". Sağolsun sonra da "yaz yaz yaz!" diye tempo tutmuş. Zaten ben de buraya şiir yazmak için bahane arıyorum ya, pek işime geldi doğrusu.

Hem iyidir şiir, evet! Küsersin, nefret edersin, terkeder gidersin; kuyruğunu kıstırıp geri döndüğünde, bütün baş belası halinle, fırtınanla, sisin pusunla kabul eder, sorgusuz-sualsiz bağrına basıverir...


"donmuş tarlalardan geçiyorduk bir vagonla şafakta.
kızıl bir kanat havalandı karanlığın içinde.


ve birden koşarak bir tavşan geçti yoldan.
içimizden biri eliyle gösterdi bize.


aradan çok zaman geçti. artık ikisi de sağ değil,
ne tavşan, ne de tavşanı eliyle gösteren adam.


ah sevgilim, nerdeler, nereye gidiyorlar
elin çakıp sönüşü, koşunun hızı, çakıl taşlarının hışırtısı.
çektiğim acıdan değil, meraktan soruyorum."



Czeslaw Milosz
Çev: Cevat Çapan

21.03.2009



"-Kürtçe biliyor musun?

-Hayır.

-Peki o halde neden ağlıyorsun?

-Abi bu türküye ağlamak için ille Kürtçe bilmek mi gerek!?"



20.03.2009

Kuğu


Budi Gölü üzerinde kuğu avlıyorlardı. Hem de gaddarcasına. Kayıklarla gizli gizli yaklaşıyor, sonra birden son hızla küreğe asılıyorlardı. Kuğular tıpkı albatroslar gibi, uçuş durumuna kolayca geçemezler; önce, su yüzeyinde kaya kaya uçmak zorundadırlar. Uçuşun başlangıcında koca kanatlarını çok zor kaldırabilirler. Böylece hemen yakalanır ve kalın sopalarla da işleri oracıkta bitirilir.

Bana öyle bir kuğu getirdiler ki, canlıdan çok ölüye benziyordu. Dünyada eşi bulunmayan bu kuş türünün en güzellerinden, siyah boyunlu kuğulardandı: Kar beyazı bir karın ve siyah ipekliye bürünmüş bir boyun, turuncu bir gaga, kırmızı gözler.

Bu olay, Puerta Saavedra'da denize yakın bir yerde geçiyordu.

Bana verdiklerinde yarı-ölü durumdaydı gerçekten. Yaralarını temizledim ve boğazına küçücük ekmek ve balık kırıntıları tıkıştırdım. Yediği her şeyi çıkarıyordu. Bununla birlikte yavaş yavaş yara berelerinden kurtulmaya, benim kendisinin dostu olduğumu anlamaya başladı. Ve ben de onun sıla özleminden kıvrandığını görüyordum giderek. Bunun üzerine, bir gün koca kuşu kollarımın arasına alıp caddelerden geçerek ırmağa götürdüm. Benim biraz uzağımda yüzüyordu. Avlanmasını çok istiyor, ona dipteki çakılları, üstünde güneyin gümüş rengi balıklarının kayarcasına ilerlediği kumu işaret ediyordum. Onun bakışlarıysa ta uzaklardaydı.

Böylece her gün, yaklaşık yirmi gün boyunca, onu ırmağa götürüp getirdim. Kuğu neredeyse benim boyumdaydı. Bir öğle sonrası, yine oldukça dalgındı, yanımda yüzmeyi sürdürüyor, yeniden avlamayı öğretmek istediğim sivri sıçanlarla ilgilenmiyordu bile... Çok sakindi o gün; eve götürmek için yeniden kollarımın arasına aldım. Onu göğsümün hizasına getirerek tuttuğumda, bir şeridin, kol genişliğinde siyah bir hortumun, yüzümü hafifçe yalayarak yuvarlandığını hissettim. Bu, onun yılan gibi kıvrılarak düşen uzun boynuydu.


Böylece öğrendim ki, kuğular üzüntüden öldüklerinde, öldüklerini hiç belli etmiyorlardı...


Pablo Neruda
"Yaşadığımı İtiraf Ediyorum"
Çev: Ahmet Arpad

16.03.2009

Savaşma Bloglaş!

"Marla, sigarasını kolunun yumuşak ve beyaz etinde döndürürken, 'Yan cadı, yan!' diye bağırıyor. "


Hay Allah! Sevgili Kaçak kendi atıldığı mim dalgasının içine beni de çekmek istemiş. Canı sağolsun, zevkle... Yalnız bu defaki mimin konusu pek bi iç gıcıklayıcı, yani, varlığını Türk varlığına emanet etmesi gereken kadın bir bloggerın görmezden-duymazdan gelip, hanım hanımcık ve de susarak geçiştirmesi münasip gelen bir konu. Lakin ben susmayaciğim.

Yazı, diğer milyonlarca boyut gibi, üstelik son derece de estetik bir sevişme düzlemi olabilir bence. Zaman zaman kelimeler, harfler, noktalama işaretleri ruhunuzun en erojen noktalarına saldırıya geçip, tuttukları mekanı arsızca dürtebilirler. Bu durum son derece görecelidir bittabii, kiminin kılını bile kıpırdatmayan, bir satır, önsöz, dipnot, yayımlanan bir şarkı, bir şiir, bazen sadece bir mısra, gayet iddiasız görünen bir metafor, güzel ama küstah bir imge, minicik bir yorum veya bazen sadece bir ünlem işareti, bir diğerimiz için inanılmaz derecede kışkırtıcı olabilir. Anlayacağınız üzre buradaki "kışkırmak" fiili tamamen mimin konusuyla alakalı anlamında kullanılmıştır. Bazen orada gizlice duran ama görünmeyen sözcükler de olabilir veya aslında hiç yokturlar belki, ama yazar, satır aralarını iyi okuyan bir okura rastlar da, bu, sadece ikisi arasında sır olarak da kalabilir, kimbilir? Belki ayyuka da çıkabilir...

Daha önce de muhtelif zamanlarda mimlenmiş biri olarak, "ayy höff konu itibariyle en çok bunda zorlandım, blog kardeşliği diye bir şey var canım ve ben blog kardeşime sırf yazdıklarından dolayı bile olsa o gözle bakamam" diyeceğimi sanıyorsanız yanılıyorsunuz efenim. Valla bal gibi de bakarım. Hehe...

Sevgili Kaçak, iyi ki beni mimledi, değilse yazacağım filan yoktu buralara. "E bişiler karaladın tamam da, hani konunun nihayetinde beklenen yanıt" diyeceksiniz şimdi. Ha orada durun derim işte! Bu sorunun yanıtı içimde kalacak efenim, sonsuza kadar hem de:)

Şimdi, benim açımdan bir ilke imza atıp bu mimi başkalarına yollamak istiyorum diyecektim, istedim de, hatta birkaç isim bile vardı aklımda...Ama Kaçak'tan aldığım bu mime gözüm gibi bakıp, pamuklara sarıp sarmaladıktan sonra, ani bir karar değişikliği ile, postaya vermekten vazgeçip, sandığın dibine fırlatıyorum... Siz okuduktan sonra tabii:)

13.03.2009

Teleandregenos


"Teleandregenos Ütopyasında Evlilik Hayatı"ndan...


adam ve kadın
bir ömür boyunca
paralel çizdiler.
aynı yapılardan çıkıp
aynı sokaklardan geçip
aynı yollarda gezdiler.

hiç mi

birbirlerine aykırı düşmek istemedi
bu iki çizgi?
hiç mi
birbirini kesmek geçmedi
içlerinden?

ben orasını bilmem.

bildiğim,
günlerine birlikte başladılar
birlikte bitirdiler
aynı çarşaflar üzerinde
birbirlerine paralel
gecelerini birlikte geçirdiler.

hiç mi

içlerinden
zikzak çizme isteği
geçmedi?
gerçekten bu iki çizgiden hiçbiri
salt ötekine dikey olsun diye
kendini asmak istemedi mi?

ben orasını bilmem.

bildiğim,
bir ömür boyunca
aynı tavır, aynı yüz,
aynı vücut, aynı ses,
aynı koku, aynı nefes.

hiç mi
yalnız kalmak isteği
iliklerine işlemedi?
hiç mi
öğürmek gelmedi
içlerinden?

ben orasını bilmem

bildiğim,
bu iki çizgi
o raydan ayrılmadan
kömürlerini bitirdiler
yitirdiler ömürlerini
bir cehennem azabı içinde yitirdiler.

hiç mi
elleri
birbirinin elinden başkasına değmedi?
içlerinde bi kez olsun
başkalarıyla paralel çizmek tutkusu
filizlenmedi mi?

ben orasını bilmem.

bildiğim
sonsuzda bile birleşemedi
bu iki çizgi,
toplum
birbirine paralel
mezarlara yatırdı
bu iki cinsi.

yani bu iki çizgiden
hiçbiri hiç
özgürlük nedir,
mutluluk nedir
bilemedi mi?

ben orasını bilmem

peki bu köleliği
kendileri mi istediler ki?
değilse
bunun sorumlusu kimdi?

ben orasını bilmem
dedim

bildiğim,
bu iki çizgi
birbirine zincirliydi.


Adam Şenel

6.03.2009

"Bırak ruhunun mutfağında uyuyayım bütün gece..."



Sevgili blogum, seni ne kadar ihmal ettiğimin farkındayım. Sana her geldiğimde, yazmaya tam niyetlendiğimde, Bunuel filminden bir sahne gibi, eyleme en yakın yerde donup kalıyorum. Bilirsin beni, vefasızlık, ilgi eksikliği filan değil bu, sadece ruhumu zaman zaman bütün yoğunluğuyla saran aylaklık. Tamam kızma! Sözcükleri süslemeden yeniden söylüyorum; Bildiğin tembellik yahu... Ama söz veriyorum, döndüğümde üzerine yazmak için öyle şiirler seçeceğim ki, beni affedeceksin. Benim olduğun için tanrıya teşekkür edeceksin:)



Başlık: The Doors