28.04.2009



kuşlar ölür sevgilim
yaz mevsimi de olsa kuşlar ölür
tutsak bir kanat boğar havayı
başlar isyan
önce 'al beni'
sonra umutsuzca 'bırak'
bir nay sesidir duyulan

ince
kırık
sonsuz
ve kederli bir nay.



Zerrin Taşpınar


25.04.2009

L'age Mur


zincirleme...


h e y k e l l e r i s e v m e m h e y k e l t r a ş l a r y ü z ü n d e n h e y k e l t r a ş l a r d a n h i ç h o ş l a n m a m r o d i n y ü z ü n d e n r o d i n' d e n v e k a h r o l a s ı d e h a s ı n d a n n e f r e t e d e r i m c a m i l l e y ü z ü n d e n c a m i l l e c l a u d e l' e y a p t ı ğ ı k ö t ü l ü k l e r y ü z ü n d e n.


Heykel: Camille Claudel - Umutsuzluk içinde kıvranan Claudel, Rodin'le ayrılığını bu eserinde anlatır. Kendini diz çökmüş, ellerini yalvararak Rodin'e uzatmış, Rodin'i ise Berout’ye sarılmış uzaklaşmaya çalışırken betimler...

23.04.2009

Bugün 23 Nisan, İsyan Ediyor İnsan!

Eleştirel Günlük' ün çağrısı üzerine;



İnsan karanlıkta hiç bu kadar büyür mü be sevgili çocuk? Hiç böyle güzel ve kocaman hayaller kurulur mu? Hiç mi korkmadın? Hiç aklına gelmedi mi, küçücük bedenine 13 kurşun sığdıracakları?


Uyansaydın yine, bu soğuk ve yağmurlu 23 Nisan sabahı. Giyinip zoraki mavi üniformanı, titreyerek sıranı bekleyip, uygun adım; asker komutları, bandolar, antlar ve marşlar eşliğinde yürüseydin... Buna bile razıydım. Yeter ki yaşasaydın!

18.04.2009

Şiir!


yağmurda yürüyor. hiç acelesi yok.
ıslak parmaklıklar parlıyor. gizli bir
kızıllıkla kararmış ağaçlar. ağılın
bir köşesinde eski bir otobüs tekerleği.
mavi ev alabildiğine daha mavi.
hiçlik böyle aydınlanıyor demek. taşlar
düşüyor. eller kapanıyor. boş bir dosya
yüzerek yaklaşıyor nehirde. ama senin adın
belki de dosyanın öbür yüzündedir.



Yannis Ritsos
Çev: Özdemir İnce

15.04.2009

10.04.2009

Kitap Yazmak İstesen, Hangisini Yazmak İsterdin?


"Evrenin Kütüphanecisi" Borges'in; "Cenneti kitaplık şeklinde düşleyen ben." dediği gibi, çocukken, evimizin salonunun bir duvarını baştan sona kaplayan o ceviz kütüphane de benim cennetimdi. En üstteki rafta, yetişsem bile çocuk ellerimle kavrayamayacağımı ve ağırlığını tahmin ettiğim, kalın, parlak ve gösterişli ciltli kitaplar ve Kur'an vardı. Onlara karşı saygılı bir uzaklığa razı olmuştum. Benim derdim daha çok, onların altındaki raflardı... Mesnevi'den Faust'a, Kapital'den İbn-i Haldun'un "Mukaddime"sine, James Joyce'un "Ulysses"inden Cemil Meriç'in "Bu Ülke"sine, Rilke'nin "Orpheus'a Soneler"inden Cemal Süreya'nın "Güz Bitiği" şiirlerine, Nietzche'nin "Ecce Homo"sundan Yunus Emre'ye ve muhteşem Dosto'nun tüm eserlerine kadar uzanan, keşfetmek için can attığım heyecan verici o ülke...


On yedi yaşında evden ayrılana kadar doyasıya içtiğim kaynak... Sonra yanımda götürdüğüm bir kaç kitap ile temellendirdiğim, hızla çoğalan, büyüyen kendi kitaplığım. Yazının akışı içinde aklıma ilk gelenlerle oluşuveren bu listeyle diğerlerine haksızlık etmiş olacağım biliyorum ama; Borges-Yolları Çatallanan Bahçe, Cervantes-Don Kişot, Camus-Sisifos Söyleni, Kafka-Dava, Bachmann-Malina, Sartre-Bulantı, Shakespeare-Macbeth/Hamlet/Soneler, Cioran-Çürümenin Kitabı, Bukowski-Ekmek Arası, Dante-İlahi Komedya, OğuzAtay-Tutunamayanlar, Knut Hamsun-Açlık, Hermann Hesse-Siddhartha, Paul Celan-Ölüm Fügü, Edip Cansever-Çağrılmayan Yakup, Oscar Wilde-Dorian Gray'in Portresi, Sabahattin Ali-Kürk Mantolu Madonna, Tanpınar-Saatleri Ayarlama Enstitüsü, İsmet Özel-Erbain, Pasternak-Dr. Jivago, Calvino-Görünmez Kentler, Samuel Beckett üçlemesi-Molloy/Malone Ölüyor/Adlandırılamayan, Chuck Palahniuk-Gösteri Peygamberi... Her birini büyük bir sevinç ve merakla okuyup yerleştirdim kitaplığıma. Okuma planlarıyla hareket eden biri olamadım asla. Mesela bir yazarı külliyatıyla okumadım hiç. Tamamen düzensiz, ama bir o kadar da lezzetli okumalar. Pek çoğunu yeniden/defalarca okudum. Zira kendimi bir kitabı okumuş saymam için, içimde bu şekilde yer etmesi gerekti.


Sanırım, Sevgili Tolga ve Faruk Ahmet'in yolladığı mimin yanıtına geldiğim yer, tam da burası olmalı. Bir kitap yazsaydım, bunun "Yalnızız" olmasını isterdim.


Bir yaz tatilinde, sıkıcı ve uzun bir öğleden sonra, artık büyüdüğüme karar verdim. Kendi çocuk kitaplarımın kıyısından açılıp, cesaretimin ödülü bu sonsuz ülkeyi keşfettiğim ilk kitap Peyami Safa'nın "Yalnızız"ıdır. On yaşındaydım ve bu gri kitabı -ki kastettiğim şey ayrı, kapağıda griydi- neden bu kadar sevdiğimi hiç öğrenemeyeceğim. Belki ismi ilgimi çekmişti, belki de kapağındaki yüzü görünmeyen pelerinli o yalnız adam silüeti. "Yalnızız"a ilk, diğerlerini atlayıp sadece "Simeranya" bölümlerini okuyarak başladım. Gecelerce Samim'in "Simeranya"sını hayal ederek uyudum ben. Bana ömür boyunca genellikle Kafka'da, bazı zamanlar ve de en çok Dostoyevski'de hissedeceğim huzursuzluğu ilk aşılayan kitaptı "Yalnızız". Sonraki yıllarda defalarca yeniden okudum, okudum. Her defasında içime yeni satırlarını yerleştirerek... Bu satırlarda, bende zamanla aydınlanan kitaptaki ideolojiyi, sembolleri, felsefeyi, ruh tahlillerini ve Samim'in ütopyasını her defasında artan bir hayranlıkla okudum.




"Dün sabah rüyayı devam ettirdim. Uyanık olarak Simeranya'ya ilk gidişim. Yatak odamın balkonundaki şezlonga uzanmıştım. Görünmez bulutların kararttığı bir sonbahar akşamı. Çürümüş insan eti renginde bir gök yüzünün zemini üstünde ağaç dallarının uçları hafif bir rüzgarla sallanıyordu. Gözlerimi kapadım. Rüyayı hatırlamaya çalışıyordum. Kendimi bir yelkenlide buldum. Yanımda bir de klavuzum vardı. İki tarafı ağaçlıklı bir dereye girdik. Bu sefer daha ağır gidiyorduk. Suda ve kıyılarda bizden başka hiç kimse, hatta canlı mahluk yoktu. Yelkenlimizin hiç bir rüzgar ve hava cereyanı olmadan yürümesine şaşırıyordum. Sadece yırtılan suyun sesi duyuluyordu."

***

"Yine salon tenha ve karanlık. Yine gözleri yaylı kapının buzlu camlarında uzayıp kısalan gölgelere dikildi. Yine onların arasında sağa sola kayan donuk pırıltılar. Yine ikide bir sallanan kanat, hafif bir gıcırtı ve beklemenin yerini alan yabancıları. Yine arzuyu fırçalayan ve gururu buruşturup atan bir sabırsızlık. Camda uzayan ve genişleyen bir gölgenin, tam ona benzemek üzere iken, anlaşılmaz hangi bulanık çizgi ve kımıldanış farkıyla ondan ayrılmasının verdiği hayal kırıklığı. Birbirinin üstünden kayıp giden sıkıntı anlarının bazen tükenmezlik ihtimalini düşündüren sonsuzluk vehmi ve dehşeti."


Resim: Carl Spitzweg

1.04.2009

Ben Eskiden Nisan Filan Takmazdım.




"düzeni yok voltamın nisanda mıyız
yemyeşil bir dal kalbime bulaşıyor."*


Yine baharmış hani, bir Nisan ayı, şair böyle demiş hücresinden. Gerçi ben mevsimlere inanmam, dolayısıyla Nisanı suçlamak istemiyorum, ama "Z" tipi hücreme bulaşan/uzanan yemyeşil dala da engel olamıyorum. Uzanmakla kalsa iyi. Üstünüzden ırak olsun, bi tuhaflık, bi sersemlik. Birine sorsaydım, kesin "bahar halleri" derdi. Benim de güleceğim gelirdi de, "bahar halleri de ne demekmiş" diye sormaktan son anda vazgeçer, "hı hı" diye geçiştirirdim. Sormadım da zaten...

Tamam endişelenmeyin, çiçekli böcekli bahar yazısı filan yazmayacağım. Yalnız nasıl anlatsam, hani böyle yerinde duramaz insan, kahretsin ki yapacağı hiçbir şey de yoktur aslında, hayat saçma ve sapandır da, aynı zamanda yaşanası gibi de geliverir arada. Cümleleriniz düşüktür, kafanız karışık, biraz da başınız döner...


*Nevzat Çelik