"Evrenin Kütüphanecisi" Borges'in; "Cenneti kitaplık şeklinde düşleyen ben." dediği gibi, çocukken, evimizin salonunun bir duvarını baştan sona kaplayan o ceviz kütüphane de benim cennetimdi. En üstteki rafta, yetişsem bile çocuk ellerimle kavrayamayacağımı ve ağırlığını tahmin ettiğim, kalın, parlak ve gösterişli ciltli kitaplar ve Kur'an vardı. Onlara karşı saygılı bir uzaklığa razı olmuştum. Benim derdim daha çok, onların altındaki raflardı... Mesnevi'den Faust'a, Kapital'den İbn-i Haldun'un "Mukaddime"sine, James Joyce'un "Ulysses"inden Cemil Meriç'in "Bu Ülke"sine, Rilke'nin "Orpheus'a Soneler"inden Cemal Süreya'nın "Güz Bitiği" şiirlerine, Nietzche'nin "Ecce Homo"sundan Yunus Emre'ye ve muhteşem Dosto'nun tüm eserlerine kadar uzanan, keşfetmek için can attığım heyecan verici o ülke...
On yedi yaşında evden ayrılana kadar doyasıya içtiğim kaynak... Sonra yanımda götürdüğüm bir kaç kitap ile temellendirdiğim, hızla çoğalan, büyüyen kendi kitaplığım. Yazının akışı içinde aklıma ilk gelenlerle oluşuveren bu listeyle diğerlerine haksızlık etmiş olacağım biliyorum ama; Borges-Yolları Çatallanan Bahçe, Cervantes-Don Kişot, Camus-Sisifos Söyleni, Kafka-Dava, Bachmann-Malina, Sartre-Bulantı, Shakespeare-Macbeth/Hamlet/Soneler, Cioran-Çürümenin Kitabı, Bukowski-Ekmek Arası, Dante-İlahi Komedya, OğuzAtay-Tutunamayanlar, Knut Hamsun-Açlık, Hermann Hesse-Siddhartha, Paul Celan-Ölüm Fügü, Edip Cansever-Çağrılmayan Yakup, Oscar Wilde-Dorian Gray'in Portresi, Sabahattin Ali-Kürk Mantolu Madonna, Tanpınar-Saatleri Ayarlama Enstitüsü, İsmet Özel-Erbain, Pasternak-Dr. Jivago, Calvino-Görünmez Kentler, Samuel Beckett üçlemesi-Molloy/Malone Ölüyor/Adlandırılamayan, Chuck Palahniuk-Gösteri Peygamberi... Her birini büyük bir sevinç ve merakla okuyup yerleştirdim kitaplığıma. Okuma planlarıyla hareket eden biri olamadım asla. Mesela bir yazarı külliyatıyla okumadım hiç. Tamamen düzensiz, ama bir o kadar da lezzetli okumalar. Pek çoğunu yeniden/defalarca okudum. Zira kendimi bir kitabı okumuş saymam için, içimde bu şekilde yer etmesi gerekti.
On yedi yaşında evden ayrılana kadar doyasıya içtiğim kaynak... Sonra yanımda götürdüğüm bir kaç kitap ile temellendirdiğim, hızla çoğalan, büyüyen kendi kitaplığım. Yazının akışı içinde aklıma ilk gelenlerle oluşuveren bu listeyle diğerlerine haksızlık etmiş olacağım biliyorum ama; Borges-Yolları Çatallanan Bahçe, Cervantes-Don Kişot, Camus-Sisifos Söyleni, Kafka-Dava, Bachmann-Malina, Sartre-Bulantı, Shakespeare-Macbeth/Hamlet/Soneler, Cioran-Çürümenin Kitabı, Bukowski-Ekmek Arası, Dante-İlahi Komedya, OğuzAtay-Tutunamayanlar, Knut Hamsun-Açlık, Hermann Hesse-Siddhartha, Paul Celan-Ölüm Fügü, Edip Cansever-Çağrılmayan Yakup, Oscar Wilde-Dorian Gray'in Portresi, Sabahattin Ali-Kürk Mantolu Madonna, Tanpınar-Saatleri Ayarlama Enstitüsü, İsmet Özel-Erbain, Pasternak-Dr. Jivago, Calvino-Görünmez Kentler, Samuel Beckett üçlemesi-Molloy/Malone Ölüyor/Adlandırılamayan, Chuck Palahniuk-Gösteri Peygamberi... Her birini büyük bir sevinç ve merakla okuyup yerleştirdim kitaplığıma. Okuma planlarıyla hareket eden biri olamadım asla. Mesela bir yazarı külliyatıyla okumadım hiç. Tamamen düzensiz, ama bir o kadar da lezzetli okumalar. Pek çoğunu yeniden/defalarca okudum. Zira kendimi bir kitabı okumuş saymam için, içimde bu şekilde yer etmesi gerekti.
Sanırım, Sevgili Tolga ve Faruk Ahmet'in yolladığı mimin yanıtına geldiğim yer, tam da burası olmalı. Bir kitap yazsaydım, bunun "Yalnızız" olmasını isterdim.
Bir yaz tatilinde, sıkıcı ve uzun bir öğleden sonra, artık büyüdüğüme karar verdim. Kendi çocuk kitaplarımın kıyısından açılıp, cesaretimin ödülü bu sonsuz ülkeyi keşfettiğim ilk kitap Peyami Safa'nın "Yalnızız"ıdır. On yaşındaydım ve bu gri kitabı -ki kastettiğim şey ayrı, kapağıda griydi- neden bu kadar sevdiğimi hiç öğrenemeyeceğim. Belki ismi ilgimi çekmişti, belki de kapağındaki yüzü görünmeyen pelerinli o yalnız adam silüeti. "Yalnızız"a ilk, diğerlerini atlayıp sadece "Simeranya" bölümlerini okuyarak başladım. Gecelerce Samim'in "Simeranya"sını hayal ederek uyudum ben. Bana ömür boyunca genellikle Kafka'da, bazı zamanlar ve de en çok Dostoyevski'de hissedeceğim huzursuzluğu ilk aşılayan kitaptı "Yalnızız". Sonraki yıllarda defalarca yeniden okudum, okudum. Her defasında içime yeni satırlarını yerleştirerek... Bu satırlarda, bende zamanla aydınlanan kitaptaki ideolojiyi, sembolleri, felsefeyi, ruh tahlillerini ve Samim'in ütopyasını her defasında artan bir hayranlıkla okudum.
"Dün sabah rüyayı devam ettirdim. Uyanık olarak Simeranya'ya ilk gidişim. Yatak odamın balkonundaki şezlonga uzanmıştım. Görünmez bulutların kararttığı bir sonbahar akşamı. Çürümüş insan eti renginde bir gök yüzünün zemini üstünde ağaç dallarının uçları hafif bir rüzgarla sallanıyordu. Gözlerimi kapadım. Rüyayı hatırlamaya çalışıyordum. Kendimi bir yelkenlide buldum. Yanımda bir de klavuzum vardı. İki tarafı ağaçlıklı bir dereye girdik. Bu sefer daha ağır gidiyorduk. Suda ve kıyılarda bizden başka hiç kimse, hatta canlı mahluk yoktu. Yelkenlimizin hiç bir rüzgar ve hava cereyanı olmadan yürümesine şaşırıyordum. Sadece yırtılan suyun sesi duyuluyordu."
***
"Yine salon tenha ve karanlık. Yine gözleri yaylı kapının buzlu camlarında uzayıp kısalan gölgelere dikildi. Yine onların arasında sağa sola kayan donuk pırıltılar. Yine ikide bir sallanan kanat, hafif bir gıcırtı ve beklemenin yerini alan yabancıları. Yine arzuyu fırçalayan ve gururu buruşturup atan bir sabırsızlık. Camda uzayan ve genişleyen bir gölgenin, tam ona benzemek üzere iken, anlaşılmaz hangi bulanık çizgi ve kımıldanış farkıyla ondan ayrılmasının verdiği hayal kırıklığı. Birbirinin üstünden kayıp giden sıkıntı anlarının bazen tükenmezlik ihtimalini düşündüren sonsuzluk vehmi ve dehşeti."
Resim: Carl Spitzweg
Ne güzel!
YanıtlaSilKimse sormadı, sormasın da bana, ama ben yine de kendi kendime gelin güvey olup yumurtlayayım: Bugüne kadar yazılmış ve bundan sonra yazılabilecek pek çok kitabın hepsini de yazmak isterdim. "Bütün" kitapları diyecektim az kalsın ama içlerinde Hitler'in, Stalin'in, Mao'nun, bir sürü itin kopuğun "kitap" adı altındaki kusmukları da olduğu için titreyip kendime geldim çabucak!
Yine de, tanrı-yazarım olan Calvino'nun "Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu"yu, bir de Edip Cansever'in kitaplarını ben yazmak isterdim. Bunları primus inter pares olarak kabul ediniz yukarıdaki sınırsız listemi dikkate alacaksanız şayet...
Calvino'nun adını sonradan eklediğim için farkedememişim cümlenin bozulduğunu, özür dileyerek "Yine de, tanrı-yazarım olan Calvino'nun "Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu"sunu..." şeklinde düzelteyim.
YanıtlaSilİnanır mısınız, adamın teki benim yazacağım kitabı baş kahramanını da ben yapıp yazmış.
YanıtlaSilhttp://theadolescent.blogspot.com/2008/09/delikanl.html
Yeraltından Notlar'ı yazayım hiç değilse. Neyse ben çalışmalara başlıyorum.
Furkan Bey,
YanıtlaSilHeh heh, Yeraltından Notlar'ı size bırakmam! Bakın gözlerim nasıl da kamaştı şimdi, hay aksi!..
Goethe mezarında ters döner mi bilmem ama derim ki, "karanlık, biraz daha karanlık!"
Tamam, öyle olsun. En azından üçüncü bir kişi yok. İki kişi yazmış olma fikri de gayet makul. Kavga etmeye ne gerek var değil mi?
YanıtlaSilA propos of the wet snow ile başlayan bölüm bana uygun gibi dursa da ben ilk bölümü alıyorum, Yeraltı benim. Sulusepken sizin olsun. Bakın buna da itiraz edecekseniz baştan söyleyeyim, çıngar çıkarabilirim.
Bir yaz tatilinde, sıkıcı ve uzun bir öğleden sonra, artık büyüdüğüme karar verdim.
YanıtlaSil:) Benim de buna benzer bir ânım/anım var; ama ben "bir dakika ben küçüklüğü kaçırdım" demiş, onu fark etmiştim. Küçük Prens, Guliver gibi çocuk romanlarını çok geç sayılabilecek yaşta, ortaokul zamanlarıydı galiba, ancak okudum.
Sıraladıklarının çoğunu biliyorum ama Calvino ile Cioran'a -seveceğimden neredeyse emin olmama rağmen- bir türlü göz atamadım. Bu eksikliği gidermek gerek.
Bir de Peyami Safa. İki romanını (Fatih-Harbiye ile 9. Hariciye) ve biraz da o ünlü, Nazım Hikmet ve diğer Türk solcularıyla atıştığı gazete yazılarını okudum. Diğerleri neyse de, 9. Hariciye Koğuşu'nu o kadar severim ki! Diğer yazılarını okumamış olmaktan utanmasam kendi mimimde de sırf Hariciye Koğuşu'nun hatrına ismini zikredecektim Safa'nın; şimdi senin bu işi yaptığını görünce sevindim. Yalnızız'ı da listeme ekledim.
Hep okuyorum ama ilk defa yorum yazdım sanırım buraya. Bunu da listemden sildim.
Zeynep Hanım,
YanıtlaSilYol yorgunu gelip, tüm dostları dolaştım. Meğer, siz de yazmışsınız. Üstelik zaten yazarmışsınız. Hem de ne güzel yazıyormuşsunuz. Başka kitapları yazmanıza hiç mi hiç gerek yokmuş ki...
:)))
İzninizle Metin Bey'in dikkatini çekeyim bişr de, buraya yorum yazmadan bir gün önce Talisman Hanım tarafından mimlenmiş.
Artık kaçarı yok, yazacak bloguna birer birer; hangi kitapları yazsaymış mış...
:))
Metin Bey,
YanıtlaSilSiz de mimlenmişsiniz. Ama yaşasın, oley!!! Buraya, yani benim bloguma yaptığınız bu yorumunuz zaten mime yanıt sayılır di mi:)
Furkan,
YanıtlaSilKeşke hatırlatmasaydın. Zaten büyün gece aklıma gelen diğer kitap isimleri yüzünden hayıflanıp durdum:)
Faruk Ahmet,
YanıtlaSilYazında görünce hatırlayıp çok mutlu oldum. Ben de, saatlerce, bıkıp usanmadan ansiklopedi okurdum:)
Aman efendim, dönmenize çok sevindim. Hoşgeldiniz Sevgili Ekmekçikız'cımız. Hadi lütfen, yediğiniz-içtiğiniz dahil herşeyi anlatın bize:)
YanıtlaSilFurkan Beyciğim,
YanıtlaSilŞehrin hemen dışında uygun bir yer var benim bildiğim... Elimizdekilerin seçimini siz yapın lütfen!
Ekmekçikız Hanım,
YanıtlaSilHoşgeldiniz diyeyim buradan da evsahibemizin izniyle... Talisman Hanım'a da teşekkürlerimi sunarım elbette. Lâkin önce Furkan Bey'le halletmemiz gereken bi mesele var! Kim öle kim kala bakalım...
Hiii!
YanıtlaSilNe kadar heyecanlı!
Düello mu yoksa?
Pardon pardon...
Ciddi edebiyat meselelerine yol yorgunu sersem kafayla böyle sulu bir yaklaşımda bulunmak da ancak benden beklenirdi, di mi?
:)
Hah hah haaaaa... Tam üstüne bastınız Ekmekçikız Hanım! Başka ne olabilirdi ki?.. Konu "Yeraltından Notlar" olunca akan sular durur efenim.
YanıtlaSilBen hazırım. Tarih, yer ve hakem belirleyeceğiz, o kadar.
İzmit - İstanbul yolu üzerinde boş herhangi bir arazi kabulümdür.
YanıtlaSilBeyaz eldivenleri ben getiriyorum, siz de kesici aletleri getirin. Burada yapılacak çekilişle beş kişi de izleme hakkı kazansın. Hatta iyi olan kazansın.
(O kitap benim.)
Tamamdır efenim.
YanıtlaSilFurkan Bey,
YanıtlaSilKesici alet mi?
Amanın siz bu işi iyice ciddiye almışsınız.
Olur mu öyle?
Başka bir yol bulun lütfen.
Bakın, ben hakem olurum.
Diğer dört kişiyi de iki iki siz seçin.
Okuma provası filan yapsanız?
Olma mı?
Furkan Bey,
YanıtlaSilBen kendime Şövalye Pardaillan'ın kılıcını seçtim. Size de Nicholai Hel'in elinde öldürücü silaha dönüşen bir kurşunkalem... Ya da durun durun, tam tersi olsun!
Ekmekçikız Hanım,
YanıtlaSilDurun yahu, telaşlanmayın hemen öyle! Şirin beldemin pusu kültürünü tam ortasından yararak düello kültürünü yüceltişimiz şık bir hareket değil midir şunun şurasında efenim, hı? Hem uzun vadede hepimiz ölüyüz, di mi?
Yeraltı Adamının ne işi olur kesici aletle filan. Sonuçta Nevsky'de bir omuz atımı en şahane düello şeklidir di mi ama? Alala!
YanıtlaSilOrası uzak efenim bize...
YanıtlaSilBazen uzaklık da yeterince öldürücüdür ya neyse... En iyisi, yeraltından çıkmamak. Yeraltında uzaklık anlamını kaybeder.
YanıtlaSilBiz Furkan Bey'le kararlıyız hem. Bu iş ya bitecek ya bitecek!
YanıtlaSilSonunda hanginiz İtalyan aryaları söyleyecek acaba. Madem kararlısınız, biz şöyle kenara çekilelim bari.
YanıtlaSilİzleme hakkına doğal olarak sahipsiniz Zeynep Hanım. Ehemmiyetle tebaruz ettiririm!
YanıtlaSilBeni kan tutmaz zaten Metin Bey.
YanıtlaSilTamam öyleyse efenim... Nema problema!
YanıtlaSilHem ne biliyorsunuz, belki de Furkan dönmeyecek. Netekim ortalarda görünmüyor.
YanıtlaSilbir Dostoyevski okuru öyle şeyler yapmaz.
YanıtlaSilBence de! Kesinlikle, düellonun saygınlığına yakışacak bir kıyafet için, rakun kürk, eldiven ve şapka almak için çıktı.
YanıtlaSilKesinlikle öyledir, eminim bundan. Rakibim saygıdeğer bir beyefendi.
YanıtlaSilBeni de kan tutmaz ki!
YanıtlaSilZaten hemen hakem olmuştum ya!
Kaçıp gideceğimi zannettiyseniz çok yanıldınız.
YanıtlaSilZeynep Hanım, sadece ortalığı alevlendiriyorsunuz gibi bir his var içimde. Hınzır bir şekilde gülerken yazıyorsunuz sanırım bunları. Siz küçükken oyunlarda ortalığı kızıştıran çocuklardan mıydınız efendim? Ayrıca kürke karşıyım ve eldivenler hazır.
Ekmekcikız Hanımefendi hakemlik açısından çok iyi bir tercih. Maazallah Zeynep Hanımefendi hakem olurdu da, ikimiz de ölmeden düelloyu bitirtmezdi.
Rakibime saygım büyük, dostça bir düello olsun, iyi olan kaybetsin.
Yasasin! Nihayet gercek bir duello gorecegim! Ben romanlarda en cok duello sahnelerini okumayi severim! Sinirli bilgime dayanarak, Metin Bey ve Furkan Bey simdi kendinize bir de secondlar secmeniz lazim, malum duellocular sadece birbirlerini duelloya davet ederler, diger butun isleri, yerin ve zamanin belirlenmesi, silahlarin iki taraf arasinda getirilip goturulerek kararlastirilmasi, silahlarin kontrolu ve olay yerine getirilmesi, doktorun cagrilmasi ve duello sonrasinda kahvaltinin nerede yeneceginin -duellolar hep safak sokerken yapilir ve hem duelloculari hem de izleyenleri cok aciktirir- ayarlanmasi vs gibi hususlari secondlar halleder. Gerci siz bir kismini aranizda halletmissiniz ama asil onemli meseleler yani doktorun getirilmesi ve sonrasinda kahvaltinin nerede yenecegi hala muallakta. Olmaz! :) Hakem hanim, kahvalti elden gidiyor, duruma mudahale edin lutfen! :)
YanıtlaSilSevgili ev sahibesi Zeynep, Peyami Safa okumaya hemen hemen ayni yaslarda benzer bir kararla baslamisiz, gulumseyerek okudum yazinizi. :) Tek farkla, ben Safa seruvenine 9. Hariciye Kogusuyla basladim, Yalniziz'i en son okudum. Sizin Simerenya hayallerine dalisinizi okuyunca da imrendim ve kacirdigim firsata uzuldum, 10 yasindaki bir cocugun zihni icin ne basdondurucu yer olmali orasi! Evet, Yalniziz Peyami Safa'nin en guzel, en kamil romanidir ama ben yine de Fatih-Harbiye'yi tum kusur ve eksikleriyle kendisini sineme cekerek daha bir severim. Ama Sinasi'yle Faiz Bey Yalniziz'da olsaydi, o zaman fikrimi degistirirdim bakin! :))
Bu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilAmma cok cenem dustu benim, bakin yorumumu tek parca halinde yollamami blogger kabul etmiyor. :)
YanıtlaSilYalniziz'i okudugumda 16 yasindaydim ve Simerenya'dan cok etkilenmistim ve sanirim Samim'e pek bi fena asik olmustum. :) Ama zihnim artik bir yerde kirlenmisti yahut nasirlasmis miydi mi demeliyim, o romandan almam gerektigini dusundugum lezzeti ve heyecani layikiyla alamamistim. Yazinizi okuyunca beynimde bir simsek cakti ve evet dedim, baska seylerle hic agzimin tadini bozmamaliydim, ben de Yalniziz'i 10 yasinda okumaliydim, o yitiklik duygusunu tatmaya onunla baslamaliydim.
Ah o 10 yasindaki Zeynep'e cok gipta ettim, cok. :)
Sevgiler. :)
Düelloya meraklı bu kadar insanı hiç bir arada görmemiştim. :)
YanıtlaSilBu arada bu sitedeki son iki girdi çok kışkırtıcı. İnsanda yorum yapma, kelam etme isteği uyandırıyor. Saygılar.
Ben de sayenizde bugun Yalniziz'i satin aldim. Cok cahilim ancak bu yasta okumaya baslayacam. Off off.
YanıtlaSilSevgili Passive, hoşgeldin!
YanıtlaSilAh Passive'cim lütfen hep uzun uzun yaz burada, ben çok mutlu olurum bundan. Bir de, pek çok ortak nokta buldum aramızda, mesela; Ben de, çok severim filmlerdeki düello sahnelerini. Mesela "Prestige" deki düello sahnelerine bayılmıştım. Sonra "Truva"daki, Aşil ve Hektor'un düellosuna(Ben kanlı olanları seviyorum sanırım. hehe:). Hatta Matrix'teki metro düellosunu da çok beğenmiştim.
Ben de Samim'e feci halde aşık olmuştum. İnan bana 10 yaşında bir çocuk için bu çok daha zor ve çaresizdi:) Bir de, evet haklısın, belki o tertemiz çocuk algısıyla bu kadar bağlandım o kitaba. Ben de, ben de gıpta ediyorum şimdi 10 yaşındaki o Zeynep'e:))
Furkan, evet düelloyu sevenler biraraya geldik burada. Siz de lütfen şu 5 kişilik seyirci hakkı kontenjanını duruma göre artırın artık.
YanıtlaSilBir de kışkırtıcı girdilere yorum yapma isteğinizi sakın frenlemeyin lütfen. Hatta birazdan yayımlayacağım girdi, Metin Bey'le ikinizi yakından ilgilendiriyor:)
Tolga, yeni basımlar nasıl bilmiyorum. Umarım değiştirip kuşa çevirmemişlerdir, mesela Passive'in "Simerenya" demesinden anladım ki, yenilerde farklı yerler var. Benim kitabımda
YanıtlaSil"Simeranya" diye geçiyor. Bu arada unutmadan söyleyeyim, benim kitabım eski, tam da benle yaşıt:) Baştaki "prolog" bölümüne hayranım. Sen de okuyunca, fırsat bulursan düşüncelerini yaz lütfen.
Ha unuttum demin, Tolga sen n'aptın kendine!!! Bahar insanı bu kadar mı çarpar, bu kadar mı değiştirir?
YanıtlaSilBahar sana ne yaptı böyle, sen vulgar'a ne yaptın:)
Hoşbulduk Zeynep! :) Benim en sevdiğim düello sahnelerinden biri de Dangerous Liaisons'takidir. Malkovich allem eder kallem eder, en nefretlik halinde bile kendisini sevdirir.
YanıtlaSilPassive Apatheticin Simerenya demesi `Simeranya` demeye dili bir türlü dönmediğindendir. :) Aynı sekilde çatma kaşını da diyemez, kaşma çatını der, okşasana kediyi diyemez oşkasana kediyi der, milleti kendine güldürür. :)
Bendeki baski zannediyorum anneanneme ait, eski, ciltli, yapraklari sapsari kokuyor. Genckızken pek gizemli, pek esrarengiz bulurmus anneannem Peyami Safa'yi. Bir de Sabahattin Eyuboglu'nu begenirmis. Ama Bedri Rahmi'ye oldum olası burun kivirir, karisini cok kotu aldatmis o adam diye. Anneanne şairligin şanindandir deyince de yuzu kararir, şairligi batsin der. Ah ah, onde zeytin agaclari arkasinda anneannem. :)
Keske simdi de haklarinda boyle dusunebilecegimiz edebiyatcilarimiz, gazetecilerimiz olsa... Kim Orhan Pamuk'la Ertugrul Ozkok'e asik olabilir ki?
Sevgiler.
Ertuğrul Özkök mü??? Öğğğğğğğkkk... (Bkz: Şuradaki* son yorum)
YanıtlaSil* http://www.derinsular.com/sondakika/2009/04/bati-kulturu-vefa-duygusu-ve-uc-soru.php
"Maazallah Zeynep Hanımefendi hakem olurdu da, ikimiz de ölmeden düelloyu bitirtmezdi."
YanıtlaSilHah hah haaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa!..
Tolga Bey, edindiği yeni müstearla şu* şahsa gönderme yapıyorsa valla bayağı bi sevindiğimi söylemeliyim. Hariçten gazella oluşum da neyin nesi oluyor onu da bilmem gari.
YanıtlaSil(*) http://tr.wikipedia.org/wiki/Palmiro_Togliatti
"Yasasin! Nihayet gercek bir duello gorecegim!"
YanıtlaSilHeh heh! Bence de yaşasın Passive II Hanım!
Bu arada şöyle olsun lütfen:
Düello meydanı: Uğultulu Tepeler,
Düello hakemi: Dr. Jivago yahut Dr. Jeckyll.
"Rakibime saygım büyük, dostça bir düello olsun, iyi olan kaybetsin."
YanıtlaSilDitto!
Amma velâkin, ben düelloyu kaybettim bile galiba! (Kih kih)
Pardon pardon... Düello hakemi değil onlar, adı üzerinde, doktor doktor!.. Dilim sürçmüş...
YanıtlaSilBu sersem kafayla düelloya mı girilir! Furkan Bey, izninizle ben bi toparlayayım kendimi azıcık, hı?
YanıtlaSil"Maazallah Zeynep Hanımefendi hakem olurdu da, ikimiz de ölmeden düelloyu bitirtmezdi."
YanıtlaSilBuna içerlemedim değil hani!
:)
"kaşma çatını, oşkasana kediyi"
YanıtlaSilPassive, bayıldım buna, çok şekersin:)Lakin bir konuda yollarımız ayrılıyor. Orhan Pamuk konusunda:))
Ha, bu arada, şurada* bir yerlerde vasiyetnamem vardı, onu da yenileyeyim bu vesileyle bari...
YanıtlaSil(*) http://jazzetta.wordpress.com/2006/06/10/vasiyetname-live/
http://jazzetta.wordpress.com/2006/06/27/hadi-gene-yasadiniz/
Metin Bey,
YanıtlaSilSiz kazanmıyor muydunuz ki, neden bu vasiyet işi?
Alla alla!
Benim gözetimim altında ölüm olmayacaktır, emin olun. Hem, düello aleti kılç değil mi? Gırtlak kesmek yok, dokununca tamamdır iş.
"Ha, bu arada, şurada* bir yerlerde vasiyetnamem vardı, onu da yenileyeyim bu vesileyle bari..."
YanıtlaSilAşkolsun Metin Bey ya. Ben okumadım, okumam da.
Yalnız benim aklıma Cyrano De Bergerac'ın şiirli düellosundan başka alternatif bi şey daha geldi...Hani "Çiçek Abbas" filmindeki o atışma sahnesi. Heh heh!
Efenim, ben kaybettim bile... Bkz: Yukarıdaki iki yorum (14 NISAN 2009 SALI 19:22 ve 15 NISAN 2009 ÇARŞAMBA 13:27).
YanıtlaSilZeynep Hanım,
YanıtlaSilBence okuyunus. Dünyanın ilk ve tek canlı yayın ve yine dünyanın ilk ve tek tefrika halindeki vasiyetnamesidir.
Eyvah ki eyvah! Talisman Hanım'dan sonra Kaçakkova Bey tarafından da mimlenmişim bu konuda... Şu düellodan sağ salim çıkayım bi hele...
YanıtlaSilSanirim benim aldigim kitap Alkim Yayinevi'ne aitti. Bir de aldigim kitapcida fa$o bir yayinevinden cikan versiyonu vardi, onu almadim elbet. Artik nasildir, gorecegiz, sonra da bende hal kalirsa ve muktedir olursam, yorum bile yaparim tabii.
YanıtlaSilEh insan kendi degisemeyince, nickname'ini degistiriveriyor. Cok reccaaa etmekteyim, yeni adimla cagirin beni. Yavas yavas gercek ismimi unutturayim istiyorum ;)
Duellonun sonucunda, kimin helvasini yiyecez bakalim. Mimmmm canim cekti simdi valla.
Tolga, sen helvadan bahsedince, ortada kimseler kalmadı. Hehe.
YanıtlaSilHiç de değil efenim. Ben -kendiminki hariç- helva yemeyi severim.
YanıtlaSilRahmetli annemin irmik helvası da şahane olurdu, un helvası da... Yemeye doyamazdım ama sıcak değil de soğuk yemekten daha çok hoşlanırdım helvayı ben...
YanıtlaSilKavun dondurmalı irmik helvası yediniz mi hiç?
Ah hayır Metin Bey, hiç denemedim. Aslında ben kavunlu dondurma hiç yemedim hayatımda.
YanıtlaSilAslında tam olarak durum şu; Ben meyveli, kakaolu veya her hangi bi şeyli dondurma yemem. Zaten helva da sevmem ki.
YanıtlaSilÇok yazık. İnanamıyorum buna.
YanıtlaSilSanırım "çok yazık" diye helva sevmememi değil, dondurmayı kastettiniz Metin Bey. Yani niyeyse bana öyle geldi. Ama, dondurma sevmiyor değilim, çok severim. Lakin sade, içinde hiçbir meyve veya katkı olmadan seviyorum.
YanıtlaSilHadi hayırlısı bakalım. Kitaptan, düelloya, ordan helvaya, sonra da dondurmaya kadar geldik:)
Zaten ben de dondurma sevmemenize inanamamıştım. Anlaştık efenim öyleyse. Helva sevmeseniz de olur, tamam çok şey kaçırmış olursunuz ama olsun, ne de olsa kalorisi bol. (Dondurmanın kalorisini karıştırmayalım şimdi! Güzel şeyler zararlıdır demiş kuzen Mörfi.)
YanıtlaSilBakalım dondurma durağından nereye uzanıyor yol, hep birlikte göriciiiz!
Sade dondurmanın yerini hiçbir başka çeşit dondurma alamaz diyecektim ki vazgeçtim.
YanıtlaSilNeden? Çünkü aniden aklıma Arnavutköy ve Bostancı semtleri ve dolayısıyla da Aslıhan Hanımablamız ile Yaşar Ustamız geliverdi!
Yaa! İtalyan dondurmasını ve dondurmacısını kim unuturmuşşşş?
YanıtlaSil:)
Ben unutmam! Unutmam ben! Kimse unutturamaz bana! Bana kimse unutturamaz! Kimse bana unutturamaz! Unutturamaz bana kimse! Unutturamaz kimse bana! Bakınıs dikkat ettiyseniz gayet samimi pozda isimlerini filan zikrederek mevzuu koydum orta yere. Farkındasınız di mi, öyle "İtalyan dondurmacısı" filan diye mücerret konuşmayıp aksine, gayet müşahhas konuştum! (Genç nesiller içün Türkçe meali: mücerret => soyut, müşahhas => somut)
YanıtlaSilAyrıcana internet de unutmaz Gezgincikız Hanımcığım! Benim meşhur ihmalkârlığım olmasaydı, taaa fi tarihinde Muzmin (Obli) Bey'e söz verdiğim üzre, Arnavutköy'deki hanımablamız hakkında hususi makale döşenecektim. Yani bu işin tarihçesi, zat-ı şahanenizin Sicilya seyahatinden çok önceye uzanmaktadır efenim. Saygılarımla arzederim.
YanıtlaSilMetin Bey, Obli Bey dedinizde, benim sizin orada yazdığım "kahve" konulu şey geldi aklıma. Onu eğer izin verirseniz buraya aktarsak bi gün, eğlenceli olur hani:)
YanıtlaSilEstağfurullah efenim, her ne kadar konuk sanatçılarımızın yazılarına üstbaşlıklar atıp durduysak da, sözkonusu yazı elbette sizindir, tepe tepe kullanabilirsünüz!
YanıtlaSilTeşekkür ederim. Olayın asıl güzelliği sizin üstbaşlığınızla buraya almak olacak zaten.
YanıtlaSilFakat Obli Bey görünürlerde yok uzun süredir... Onsuz tadı olacak mı bilmem...
YanıtlaSilMetin Bey, belki yine yazımı ve o tarihi hatamı görünce dayanamaz ve paylamak için geri döner. Hı? Valla harika olur. Keşke...
YanıtlaSilKeşke... Keşke...
YanıtlaSilPardon pardon!
YanıtlaSilBen kahve konusundan dondurma konusuna döneyim yine. Şöyle ki, siz bu dondurmacı hanfendiyi ne kadar yakından tanıyorsunuz bilmiyorum, ama, Metin bey, kendisi bizim turun rehberinin yakın arkadaşı olurmuş. Benim yakınlığım sizinkinden daha fazla sayılır mı, hani mücerret/müşahhas felan olmak bab'ında diyorum...
Oooops!
YanıtlaSilSizin turun rehberi olcek şahıs, bir otruşta bir kilo dondurmayı hüpletebiliyo mu bakayım, hı? Bir seansta yiyebildiği dondurma kadar konuşsun! Ayrıca da bu dondurmacı hanımefendü abulamızı böyle blog blog tanıtma faaliyetlerine girişmiş mi ömrühayatında bakalım?
Yemezler efenim.
Eee, iyi ya. Yemeyin siz de o vakit!
YanıtlaSilKeh keh keh...
Mesele dondurmaysa gerisi teferruattır! (Bkz: Hergelekon atasözü)
YanıtlaSilHeh heh!