"Uzun, sıcak bir yaz." Bu betimleme için Faulkner olmaya gerek yok. Bizim gibi fanilerin günde bilmem kaç kez tekrarladığı sözler, bu abilere gelince edebi cümlelere dönüşüyor. Her neyse mevzu bu değil, ben yaz aylarını sevmediğimden bahsedecektim. En kötüsü de yaz gecelerinin kısalığı... Evet tamam çok kısalar, ama uykuya direndiğiniz oranda uzatabiliyorsunuz. Ve ben hiç bu yazki kadar uykuya nanik yapmamıştım. İşin tuhafı, onca saat hiçbir şey yapmadan durabildiğimi farkettim. Balkonda sabahladım, yarasaları ve evlerine yalpalayarak ulaşmaya çalışan sarhoşları seyrettim, gecenin serinliğinde titredim de yine de üstüme kalın bir şey almadan öylece kaldım... Evet uzun, sıcak ve sıkıcı bir yaz.
Sevgili Kaçak'ın, Zizek -ki ben kendisine bazen zevzek diyorum- röportajını yayımlamasından sonra, Bülent Somay'ın; "Filmi görmedim, çünkü nefret edeceğimden emindim. Ama şimdi izlemem gerekecek." dediği gibi, ben de alıp izleyeyim şunu dedim. Tüm önyargımla tv'yi gören en rahat mevkiye konuşlandım, açtım dondurma kutusunu. Çok kararlıydım. Ama olmadı, olamadı. 10 dk'dan fazla tahammül edemedim. Eğer izleyebilseydim, "Charlie'nin çikolata fabrikası"nın, 300 Spartalı'dan daha solcu bir film olduğu tesbitinde bulunmayı isterdim. Derken, canım Tom Waits dinlemek istedi, ki genellikle ister. Hatta bu kez dinlemek yetmedi, feci halde izlemek istedim.
Dj Zack ve acemi pezevenk Jack, sakarlıkları yüzünden işlemedikleri bir suçtan hapse düşüyorlar. Sürekli kavga eden bu iki başbelası adama hücrede tuhaf bir İtalyan turist katılıyor. Komik bir İngilizcesi var adamın. Hücre farklılaşıyor o gelince. Zack, Jack ve İtalyan kaçmaya karar veriyorlar. Ormandan ve Jarmusch'un siyah beyaz kadrajında şiire dönüşen bir bataklıktan geçip, yollarını sonsuza kadar ayıran toprak yola çıkıyorlar...
"Geleneklere sadık kalan hikaye örgüsü ve peri masallarına benzediği kadar kabusları da anımsatan atmosferiyle bunu "neo-beat-kara-komedi" bir film olarak tanımlayabilirim."
dinleyin ey vakti duymak doruğuna varanlar! falları grafiklerde bakılanlar siz de işitin! külden martı doğuran odalıklar ve kâhyalar kara pıhtıyla damgalanmış veznelerde dili şehvetsiz çilingirler, yaltak çerçiler celepler ki sıvışık, natırlar ki nadan ey hayat rengini sazendelik sanan yırtlaz kalabalık! dinleyin bendeki kırgın ikindiyi hepiniz kulak verin!
güneşin koskoca beldeye suskunluk yaygısını serdiği yazlar yok yok artık altında suskun yolları saklı tutan karla örtülmüş kırların kışı gitti giden yerine gelmedi başka biri orada duyumsatmadı kendini hiçlik bile belli ki son yüzyılımız göğsümüzden varla yok harman eden sesi uçursak diye bize verildi yetti bir yüzyıl böceklerde ve otlarda soluyuş izlerimiz silmek için ne yesek lokmaya vurulur gibi değil yuduma gelmiyor içtiklerimiz dernekler toplanıyor dışta tutmak için kanat vuruşlarını yumuşak kılan etkeni utançlı sessizliği tanımaz kalemlerle kapanıyor bilanço
top mermisi, kör testere defalarca boyanmış çaput parçaları sıkıştırdık günlerimiz arasına ki serazat kahkahalar atalım yapmacıktan nefretimiz sebep olsun kavgamıza bekleyiş arzından kovsunlar bizi ne Yemen biraz öncemiz diyelim ne biraz sonramız Meksika.
canı pek bir dünya son yüzyılda yaşadığımız yüzü perdahla kavi, peçesi paramparça üstü başı kükürtlü bu dünyadan kancıklık sıçradı çevirdiğimiz sayfalara artık kimse bize haber vermeyecek hemen şu tepenin ardında saldırmaya hazır ve müsellâh bir düşman taburu durduğunu çünkü gerçekten yok böyle bir ordu bir düşmanımız kaldı kendi dudaklarımız arasında.
biliyoruz günden güne çopurlaşan yer yuvarlağında bizleri yan çizen birer hemşehri haline sokan nedir çırpını çırpını giden atlardan indik girmek için patavatsız yurttaşlar sırasına zihnimiz acizlerin şikâyeti sığacak kadar kanırtılırken ses etmedik öcümüz alınacak korkusuyla irkildik kaldıysa bir soru içimizde o da bir şey: nerdedir yerle gök arasındaki ulak nerde biz?
kimseden bir işaret gelmeyecek bir melek kimsenin alnını sıvazlamasa söylemez kimse size dünyadaki ömrü boyunca hiç bir insana yan bakışı olmayan kimdi kimdi yan gözle bakmadı kır çiçeklerine bile öğretmek için cephe nedir kıyam etti torunu kucağında dönünce bütün gövdesiyle döndü bir bu anlaşılsaydı son yüzyılda bir bilinebilseydi nedir veçhe.
Şiire ve tam da o bir kaç mısrasına takılıp kaldım. Sanırım dün geceydi... Kır çiçeklerine bile yan gözle bakmayan, dönünce bütün gövdesiyle yönelen o inceliği, duyarlığı, derinliği istiyorum ben. Ama farkındayım. Bulunduğum yer oraya, -belki de- ait olduğum o yere çok uzakta, çok...