Bir süre önce, şiir gibi filmleri severim ben gibi ukalaca bir laf etmiştim ya hani size. Dün işte bu filmlerimden biri geldi aklıma. Öyle durup dururken değil tabii, tetikleyen bir olay olmuştu. Sırf bu yazıyı yazabilmek için, gece, filmi kısa bölümleriyle hızlıca yeniden izledim. Yazı dedimse, şimdi kalkıp size filmi anlatacak, didaktik şeyler söyleyecek değilim. Sadece filmi izlemeyenlerin kulaklarına bir fısıltı diyelim...
Dün gece, yeniden ve şiddetle anladım ki bu film, yani "Léolo", "şiir gibi film" benzetmesinin "gibi" kısmına dil çıkaracak derinlikte... Aynı zamanda çok özgün, cüretkar, erotik, tuhaf ve unutulmaz...
Replikleri "mısraların küllerine karışmış" bir film...
Masanın kısa ayağını uzatmak için altına kıstırılmaktan başka bir değeri olmayan, evdeki tek kitabı, geceleri buzdolabı ışığında okumaya çalışıp hayaller kuran bir çocuk Léolo, manyak ailesinin ortasında, "yalnızlık benim kalemdir" diyebilen, baştan ayağa düş kesilmiş bir çocuk. Öyle çok düşler ki Léolo, biz düş ve gerçek arasında ambale olurken onun büyüdüğünü bile farkedemeyiz.
"Düşlediğim için, ben o değilim" demekle kalmaz, biraz uzaktaki kızı seyrederken mastürbasyon yapan, domates tarlasındaki o Sicilyalı adamın spermleriyle, Kanada'daki annesinin aynı domateslerle dolu kasaya düşmesiyle oluştuğunu ve aslında Fransız değil bir Sicilyalı olduğunu hayal eder Léolo. Hatta o psikiyatrist;
"-Bugün ilk kim konuşacak? Neden sen konuşmuyorsun Léo?" dediğinde,
"-Benim adım Léolo Lezono! İnsan tanımadığı biri hakkında konuşamaz ki." diyecek kadar...

Léolo, ne yazık ki ömrü sadece 2 film çekmeye yetmiş Kanadalı yönetmen, Jean Claude Lauzon tarafından yönetilmiş, gerçek anlamda bağımsız bir drama-komedi. Ve şahane müzikleri hakkında sadece bir isim söylemem yeterli sanırım. Tom Waits...

"mısra terbiyecisi haklıydı.
yanyana getirilen kelimelerde bir sır vardı.
terbiyeci, kelimelerin ve imgelerin insanların hayallerinde
yeniden doğabilmesi için, mısraların küllerine karışması gerektiğine inanıyordu.
düşlemelisin Léolo.
düşlemelisin..."