
"Evrenin Kütüphanecisi" Borges'in; "Cenneti kitaplık şeklinde düşleyen ben." dediği gibi, çocukken, evimizin salonunun bir duvarını baştan sona kaplayan o ceviz kütüphane de benim cennetimdi. En üstteki rafta, yetişsem bile çocuk ellerimle kavrayamayacağımı ve ağırlığını tahmin ettiğim, kalın, parlak ve gösterişli ciltli kitaplar ve Kur'an vardı. Onlara karşı saygılı bir uzaklığa razı olmuştum. Benim derdim daha çok, onların altındaki raflardı... Mesnevi'den Faust'a, Kapital'den İbn-i Haldun'un "Mukaddime"sine, James Joyce'un "Ulysses"inden Cemil Meriç'in "Bu Ülke"sine, Rilke'nin "Orpheus'a Soneler"inden Cemal Süreya'nın "Güz Bitiği" şiirlerine, Nietzche'nin "Ecce Homo"sundan Yunus Emre'ye ve muhteşem Dosto'nun tüm eserlerine kadar uzanan, keşfetmek için can attığım heyecan verici o ülke...
On yedi yaşında evden ayrılana kadar doyasıya içtiğim kaynak... Sonra yanımda götürdüğüm bir kaç kitap ile temellendirdiğim, hızla çoğalan, büyüyen kendi kitaplığım. Yazının akışı içinde aklıma ilk gelenlerle oluşuveren bu listeyle diğerlerine haksızlık etmiş olacağım biliyorum ama; Borges-Yolları Çatallanan Bahçe, Cervantes-Don Kişot, Camus-Sisifos Söyleni, Kafka-Dava, Bachmann-Malina, Sartre-Bulantı, Shakespeare-Macbeth/Hamlet/Soneler, Cioran-Çürümenin Kitabı, Bukowski-Ekmek Arası, Dante-İlahi Komedya, OğuzAtay-Tutunamayanlar, Knut Hamsun-Açlık, Hermann Hesse-Siddhartha, Paul Celan-Ölüm Fügü, Edip Cansever-Çağrılmayan Yakup, Oscar Wilde-Dorian Gray'in Portresi, Sabahattin Ali-Kürk Mantolu Madonna, Tanpınar-Saatleri Ayarlama Enstitüsü, İsmet Özel-Erbain, Pasternak-Dr. Jivago, Calvino-Görünmez Kentler, Samuel Beckett üçlemesi-Molloy/Malone Ölüyor/Adlandırılamayan, Chuck Palahniuk-Gösteri Peygamberi... Her birini büyük bir sevinç ve merakla okuyup yerleştirdim kitaplığıma. Okuma planlarıyla hareket eden biri olamadım asla. Mesela bir yazarı külliyatıyla okumadım hiç. Tamamen düzensiz, ama bir o kadar da lezzetli okumalar. Pek çoğunu yeniden/defalarca okudum. Zira kendimi bir kitabı okumuş saymam için, içimde bu şekilde yer etmesi gerekti.
Sanırım, Sevgili Tolga ve Faruk Ahmet'in yolladığı mimin yanıtına geldiğim yer, tam da burası olmalı. Bir kitap yazsaydım, bunun "Yalnızız" olmasını isterdim.
Bir yaz tatilinde, sıkıcı ve uzun bir öğleden sonra, artık büyüdüğüme karar verdim. Kendi çocuk kitaplarımın kıyısından açılıp, cesaretimin ödülü bu sonsuz ülkeyi keşfettiğim ilk kitap Peyami Safa'nın "Yalnızız"ıdır. On yaşındaydım ve bu gri kitabı -ki kastettiğim şey ayrı, kapağıda griydi- neden bu kadar sevdiğimi hiç öğrenemeyeceğim. Belki ismi ilgimi çekmişti, belki de kapağındaki yüzü görünmeyen pelerinli o yalnız adam silüeti. "Yalnızız"a ilk, diğerlerini atlayıp sadece "Simeranya" bölümlerini okuyarak başladım. Gecelerce Samim'in "Simeranya"sını hayal ederek uyudum ben. Bana ömür boyunca genellikle Kafka'da, bazı zamanlar ve de en çok Dostoyevski'de hissedeceğim huzursuzluğu ilk aşılayan kitaptı "Yalnızız". Sonraki yıllarda defalarca yeniden okudum, okudum. Her defasında içime yeni satırlarını yerleştirerek... Bu satırlarda, bende zamanla aydınlanan kitaptaki ideolojiyi, sembolleri, felsefeyi, ruh tahlillerini ve Samim'in ütopyasını her defasında artan bir hayranlıkla okudum.
"Dün sabah rüyayı devam ettirdim. Uyanık olarak Simeranya'ya ilk gidişim. Yatak odamın balkonundaki şezlonga uzanmıştım. Görünmez bulutların kararttığı bir sonbahar akşamı. Çürümüş insan eti renginde bir gök yüzünün zemini üstünde ağaç dallarının uçları hafif bir rüzgarla sallanıyordu. Gözlerimi kapadım. Rüyayı hatırlamaya çalışıyordum. Kendimi bir yelkenlide buldum. Yanımda bir de klavuzum vardı. İki tarafı ağaçlıklı bir dereye girdik. Bu sefer daha ağır gidiyorduk. Suda ve kıyılarda bizden başka hiç kimse, hatta canlı mahluk yoktu. Yelkenlimizin hiç bir rüzgar ve hava cereyanı olmadan yürümesine şaşırıyordum. Sadece yırtılan suyun sesi duyuluyordu."
***
"Yine salon tenha ve karanlık. Yine gözleri yaylı kapının buzlu camlarında uzayıp kısalan gölgelere dikildi. Yine onların arasında sağa sola kayan donuk pırıltılar. Yine ikide bir sallanan kanat, hafif bir gıcırtı ve beklemenin yerini alan yabancıları. Yine arzuyu fırçalayan ve gururu buruşturup atan bir sabırsızlık. Camda uzayan ve genişleyen bir gölgenin, tam ona benzemek üzere iken, anlaşılmaz hangi bulanık çizgi ve kımıldanış farkıyla ondan ayrılmasının verdiği hayal kırıklığı. Birbirinin üstünden kayıp giden sıkıntı anlarının bazen tükenmezlik ihtimalini düşündüren sonsuzluk vehmi ve dehşeti."